10 Ocak 2013 Perşembe

Kar, Şehir ve Yeniden Doğuş



              Epeydir bir isteksizlik var üzerimde, iki üç aydır sürüyor. Yaşamaya mecalim yok sanki. Rutin 'git-gel'ler olmasa çok rahat eve kapatabilirim kendimi. Elim kolum düşmüş,  gün oluyor üzerimi değiştirmek bile fazla geliyor. Sarınıp sarmalanıp oturmak istiyorum saatlerce. Elim hiçbir işe uzanmıyor.  Bir ara sebepsiz ağrılar bile peydah oldu, doktora görünecek kadar da azıttılar. Fakat tahmin ettiğim gibi hiçbir şey çıkmadı altından. Sonra bir gün:
              "Sonbahar gibiyim"  dedim kendi kendime. Birden bire farkına vardım Ellerim kollarım, sararıp dallarını terkeden yapraklar gibi davranıyordu. Sanki bedenim doğayı taklit ediyordu.
               Kışın adam akıllı bastırmasıyla birlikte ağrılar yok oldu.  Halsizliğim sürmekle birlikte içimde kımıl kımıl bir enerjinin yükseldiğini hissediyorum. Özellikle karın yağdığı günlerde bu his belirgin bir şekilde arttı. Tıpkı dallara yürüyen can suyu gibi bedenim de kendini beslemeye başladı. Henüz büyük adımlara cesareti yok ama acelesi de yok sanırım.
              Şu 'sonbahar' teşhisimden sonra tabiatla bedenim arasındaki iletişime kulak verdim. "Bütün bunları ben mi uyduruyorum?" diye sorguyorum da elbette. Olsa olsa gün ışığından yoksun olmanın yan etkileridirler bunlar, ayrıca etraf mikrop kaynıyor. Öyle değil mi?
              Öyle değildi işte... Öyle gibi görünse de, bu şekilde izah etmek; bir kutu vitaminle dirilmeye çalışmak çok daha kolay ve meşru olsa da bu kez öyle olmadığından neredeyse eminim. Çünkü bu kez bunu anlayacak kadar sessizlik ve sürece kulak verecek kadar zamana sahibim.



                           Yollar açılır açılmaz Emirgan Korusu'na attım kendimi. Şehrin gürültüsünden uzaklaşıp tabiatın sesini duyabildiğim en yakın adres burası, her karışına minnettarım. Fotoğraflar bu sabah çekildi taze taze... 
            Biliyorum, kar yağınca evimizin bahçesi hatta kalabalıktan patlamak üzere olan şehrimizin silueti bile güzel ama iş dinlemeye gelince tabiatın çoğunluğu devralması gerekiyor. Çok beton az ağaç: ı-ıh... Duyulmuyor... 


              Kendimizi her ne kadar beton kutular ve yaşam tarzımızla doğadan izole etsek de biz tabiatın bir parçasıyız. Bedenimiz yüzde yüz organik, dışarıda her ne varsa biz onun bire bir kopyasıyız: Toprağın, suyun, ağacın, havanın, ışığın... Dışarıda her ne oluyorsa bizim içimizde de aynısı oluyor.
            Kış günlerini sıkıntılı ve kasvetli kontenjanından eksiler hanesine yazan tek canlı insanoğlu. Tabiatın geri kalanı huşu içinde bir razı oluşla ölüme ve yeniden doğuşa tanıklık ediyorlar ya da bunun parçası oluyorlar şu günlerde.
            Karar verdim, bu yıl geçiştirmeyeceğim bu mucizeyi. Yorgunluğuna, halsizliğine sızlanmayacağım. Baharı beklemenin sabrına ve yeniden doğuşun sırrına vakıf olacağım.
         
       

         



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder